“Neden bize burada WHI (Women’s Health Inititative) çalışması denen berbat çalışmadan söz etmek zorundasın? Biz doktor da değiliz ki. Bunun bizim için ne önemi var?” diye düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Neden mi? Şunu deneyin anlarsınız: Doktorunuza gidip “Menopoz dönemine yaklaştım/girdim. Vücut dengem bozulmaya başladı. Hormon kullanmayı düşünüyorum. Ne dersiniz?” diye sorun. Kim olduğu hiç önemli değil: İster dayınızın oğlu Kulak Burun Boğaz’cıya, ister mahallenizdeki aile hekimine, ister üniversite kadın doğum profesörüne, işiteceğiniz yanıt hep aynı olacaktır: “Sakın ha! Meme kanseri mi olmak istiyorsun?”
Meme kanseri olmamanın yollarını bu kadar iyi bilen (!) bunca doktor arasında nasıl olup da meme kanserinin her yıl güçlenen bir salgın haline geldiği aklınıza takılsa da, size düşen -haklı olarak- doktorunuza inanmaktır. Her biri yıllarca okumuş, başarılı, zeki, yetenekli, son derece çalışkan ve iyi niyetli bir doktor ordusu bir konuda ağız birliği ediyorsa, doğru yanıt da herhalde budur: “Sakın ha!”
İşte bu doktorlarınıza “Peki bu bilginin bilimsel kaynağı nedir?” diye soracak olursanız, pek çoğu “Benim branşım değil ama kadın doğumcu arkadaşlar hep öyle söylüyor. Daha ne olsun?” deyip çıkacaktır. “Branşları dışında(!) olan bu önemli konu hakkında kulaktan dolma olsun üç-dört cümle çıkartabilecek olana ise rastlayamayacağınızı garanti ederim.
Günümüz tıp yaklaşımının açmazı, biz “branşları dışında” diye yazarken bir kez daha ışıl ışıl parlıyor, bilmem sizin de gözünüz kamaştı mı? Hormon denen şeyin tanımında vardır: “Hormonlar, vücutta salgılandıkları yerden uzaktaki doku ve organları, vücudun tamamını etkileyen moleküller” diye. Buyrun böyle bir tanımı bir branş içine, yani vücudun bir coğrafik bir bölgesine sıkıştırın!
Yok eğer aynı soruyu bir kadın doğumcuya soracak olursanız “Anladık “sakın ha!” hormon kullanmayacağız, ama hangi bilimsel nedenle böyle söylüyorsunuz doktorum?” diye, işiteceğiniz yanıt hep ve daima aynı olur: “WHI çalışması öyle söylüyor” “Peki, o çalışma dışında dayanağınız var mı, varsa nedir?” diye hiç üstelemeyin, kaset çaresiz başa saracaktır: “WHI çalışması” İsterseniz deneyin kendiniz görün. Plak takılacaktır: “WHI çalışması”
İşte bu berbat çalışma, böylesine büyük bir lanet olarak kadın sağlığı üzerinde tam 16 yıldır asılı duruyor. Biz de işte bu yüzden, tıp terminolojisi ve bilimsel ayrıntılardan uzak kalmaya çalışarak da olsa bu berbat çalışmayı burada afişe etmek zorundayız ki bunca gürültü arasından anlatacaklarımız işitilebilsin.
40 ayrı merkezde 27.327 kadının dahil edildiği WHI çalışması 1998 yılında başlamış ve 8,5 yıl sürmesi planlanmıştı. Çalışmada menopoz sonrası eksilen hormonların, yani estrojen ve progesteronun yerine konması ile, menopoz sonrası kadınlarda hızla arttığını bildiğimiz kalp hastalığı, kemik erimesi, bunama gibi sorunların önlenmesi amaçlanıyordu. Hormon replasmanı hakkında zaten bir çok çalışma yapılmıştı ama en büyüğü, en maliyetlisi bu olacak ve bu konuda “son sözü” söyleyecekti. Büyük olmasına büyük, ama bir o kadar da yanıltıcı bu çalışma, yol açtığı sonuçlar açısından bana göre tıp tarihinin en büyük insanlık suçlarından biridir.
Aslına bakarsanız, insanda hormon dengesi bozulduğunda eksilen hormonun dışarıdan verilmesi yalnızca kadın hormonlarına özgü değil. Hepimiz insülin veya tiroid hormonu kullanan birilerini tanıyoruz, öyle değil mi? Peki, kadınlarda kullanılan hormonlarda sorun neydi de bu hayal kırıklığı yaşanmıştı?
Çevrenizde tiroid hormonu ya da insülin verilen kişilere sorunuz: Bu kişiler, aldıkları hormonun dozunun ayarlanması için zaman zaman kan tetkikleri yaptırırlar. Böylece verilen hormon dozu kişisel ihtiyaca göre bazen artırılır ya da azaltılır. Tiroid hormon düzeyi takip edilmeden tiroid hormonu vermeyi hayal bile edemezsiniz. Şimdi bir de çevrenizdeki kadınlara sorun: İster polikistik over, ister endometriosis, ister menopoz yakınmaları için, isterse adet düzensizlikleri için olsun, onlara reçete edilen hormonların kan düzeyleri neden takip edilmiyor? Neden kadın doğumcu arkadaşlar verdikleri hormon ilacı ile hormon düzeyleri dengeye gelmiş mi diye tetkik istemiyorlar? Ben söyleyeyim: Bakılacak olsa da tetkikte hiçbir şey görülmeyecek de ondan! “Bu da ne demek?” diyeceksiniz. “Yani benim eczaneden aldığım hap içinde hormon yok mu? Bu nasıl olur? Yanıtlayayım: Evet var, hem de “güçlü” taklitleri var, ama ne yazık ki gerçek insan hormonları yok! İşte bu yüzden de ne laboratuvar cihazları onları görüp tanıyabiliyor, ne de sizin vücudunuz. Kafanız mı karıştı? Hiç karışık değil. Hemen açıklayalım.
Önce, daha da çarpıcı olarak anlatmak için şöyle ifade edeyim: Diyelim ki kadın doğum doktorunuz size adet düzensizlikleri, polikistik over ya da menopoz nedeniyle almanız için bir hormon hapı yazdı. Hepimizin bildiği gibi bu hapta kadınlık hormonları olan estrojen ve progesteron hormonları birlikte yer alıyor. Siz de günde bir tane içiyorsunuz. Siz tabii ki lütfen bu söyleyeceğimizi uygulamayın ama, diyelim ki oturduğunuz semtteki eczanelerin tümünü dolaşıp hepsinin raflarında bu ilaçtan kaç tane varsa aldınız. Oturup hepsini bir tencerenin içine boşalttınız. Şimdi önünüzde koca bir tencere dolusu içinde estrojen(?) ve progesteron(?) olan hap var. Öyle ya, doktorunuz bunları estrojen ve progesteron niyetine yazmıştı. Sonra tutup önünüzde ne kadar hap varsa kaşıklayıp, bir tencere progesteron ve estrojen hapını yalayıp yuttunuz diyelim. Güzelce kana karışması için de 2-3 saat bekledikten sonra en yakın laboratuarda kanınızdaki estrojen ve progesteron ölçümü yaptırdınız. Değerler tavana vuracak sanıyorsunuz değil mi? Sürpriz: Laboratuvardan çıkan estrojen ve progesteron değerlerinizde, bir tencere hormon hapından sonra, bir milim oynama olmayacak! “Nasıl olabilir bu?” diyeceksiniz. Gelin yavaş yavaş anlatalım, nasıl oluyor.
WHI çalışmasında kullanılan hormonların, yani bugün hala doktorunuzun size estrojen (!) ve progesteron (!) niyetine yazdığı, sizin de eczaneden hap şeklinde alıp yuttuğunuz hormonların moleküler yapısı, yani etken maddesi, insan kanında milyonlarca yıldır dolaşan estrojen ve progesterondan ne yazık ki çok farklı! Sizin 30’lu yaşlarınızda kanınızda dolaşan, hamilelik döneminize damga vuran progesteron hormonuna örneğin kiraz dersek, size kiraz niyetine verilen şey vişne!
Eh, o kadar olur idare edin diyebilirdik ama vücut öyle demiyor. Demiyor, çünkü hormon dediğiniz şey basit bir mineral ya da vitamin değil. Hormonlar direkt olarak hücre DNA’sına yani hücrenin beynine, kumanda merkezine etki eder. Hormon dengemizin bozulmasının bizi hızla yaşlandırması, hastalıkları peşi sıra dizmesi ve sonunda bizi “oyun dışına atmasının” altında da zaten bu yatıyor!
Size doktorunuzun “Hormon mu? Sakın ha!” demesinin yegane sorumlusu olan WHI çalışmasında estrojen ve progesteron olarak estrojen ve progesteronun “kendisi” kullanılmadı! Bunlar yerine bu hormonların ilaç firmalarınca üretilmiş, FDA ruhsatlı patentli “taklitleri” kullanıldı. (Bugün de eczanenizin raflarındaki haplarda bu hormonların “kendisi” yok. Taklitleri var) Estrojen niyetine (!) CEE olarak kısaltılan konjuge equine estrojenler, progesteron olarak da medroksiprogesteron asetat kullanıldı. Peki neydi bu, akıl almaz biçimde günümüzde hala reçete edilen, sokağımızdaki eczanenin raflarında her zaman bulabileceğimiz “konjuge equine estrojenler” ve “medroksiprogesteron asetat (MPA)”?
Konjuge equine estrojenlerin ismi equus caballus‘tan geliyor. Equus caballus, bildiğiniz beygirin latincesi. Yani kadınlara insan estrojenlerini vermek yerine hamile at estrojenlerini vermeyi uygun gördüler. “Yahu bu neden peki?” derseniz, doğal insan estrojenlerinin patentini alamazsınız. O zaman para da kazanamazsınız. Sonunda para kazanamayacağınız bir iş için de bu tür büyük çalışmalara milyonlarca, bazen milyar dolar yatırmanız akıllıca olmaz çünkü sonuçta yararlı çıkıp ruhsat alan ürünü sadece siz değil başkaları da üretip piyasaya sürüverir. Ne anladınız bu işten, öyle değil mi?
“Peki neden başka hayvan değil de at?” derseniz, “Çünkü at estrojenleri insanınkine en yakın hayvan da ondan” demek isterdim ama ne yazık ki öyle değil. Atları hamile bırakırsanız hayvanın idrarında daha bol estrojen çıkar. Atların hamileliği çok uzun sürer. Mesaneleri büyüktür. Sakin hayvanlardır. Saman ucuzdur. Doğru bir yatırım gibi görünüyor. Özellikle ortaya çıkan estrojen taklitlerinin karışımı için bir patent almışsak! Bu garip karışımlar, eczanelerimizde ve reçetelerimizde hala yerlerini koruyorlar.
“Peki, at estrojenleri insan hücresinde iş görüyor mu?” diye soracaksınız. Bu, “iş görmek”ten ne kastettiğinize bağlı! Bugün hayatımıza giren plastikler, BPA, özellikle hayvansal gıdaların yağlarında biriken organoklorin zehirlerin tümü birer xenoestrojen’dir. Yani hücrede estrojenin bağlandığı reseptörleri (alıcıları) uyarabilirler. Bunların da estrojen gibi “iş gördükleri” şüphesiz. Fakat aynı işi gördüklerini söylemek mümkün değil.
Hormonlar hücrede basit ayak işleri yapmazlar. Sıradan kimyasal reaksiyonlarda rol alan sıradan moleküller değillerdir. Bunlarla uğraşmak yerine direkt olarak hücrenin kumanda merkezine, yani çekirdek DNA’sına bağlanarak hücrenin sevk ve idaresine ilişkin komut verirler. İsterseniz hormon molekülünü bir anahtar olarak, hormonun hücre çekirdeğinde bağlanacağı reseptörü de bir anahtar yuvası gibi düşünelim. Bu anahtarın yuvaya mükemmel olarak oturması ve uyması şarttır. Bahçe kapısının anahtarı belki tam oturmasa da biraz zorlayarak açarsınız sorun da olmaz. Radyo frekansı tam tutmasa da dinleyebilir ve söyleneni anlarsınız. Ses biraz parazitli olur o kadar. Ama DNA üzerindeki “yuvanın ona tam uymayan bir anahtarla zorlanması” demek, hücreye verilecek mesajlarda parazit demektir ki, işte bunun sonuçları çok çok farklı olabilir!
Aşağıdaki şekilde, temsili olarak, bir hormon molekülünün yani anahtarın hücre üzerindeki reseptör yuvasına nasıl birebir uyması gerektiği gösterilmiş. İşte ancak bu durumda, hücre DNA’sı doğru bir mesaj alabilir.
Aşağıdaki şekilde ise üç tane hormon-reseptör yani anahtar-yuva ikilisi görüyorsunuz. Bunlardan birincisi vücudunuzda doğal olarak bulunan hormon-reseptör: Gördüğünüz gibi, anahtar yuvaya tam oturuyor. İkincisi, vücuttakinin tıpa tıp aynısı olarak üretilmiş olan biyoeşdeğer hormon. Vücuttakinin tıpa tıp aynısı olduğu için bu anahtar da yuvaya tam oturuyor. Aynen başka nedenlerle kullandığınız tiroid hormonu ya da insülin hormonu gibi.
Şimdi gelelim üçüncüsüne: Bu da reçetenizle eczaneden alıp yuttuğunuz haplardaki “taklit” sentetik hormon. Yani meşhur WHI çalışmasında binlerce kadına verilen hormon. Yuvaya girmiş, ama tam oturmamış. Zorluyor. Yuvayı aşındırıyor. Evet, adet kanamalarınızı düzene sokuyor. Evet, menopoz dönemine has sıcak basmaları ve gece terlemelerinde faydalı oluyor. Hatta evet, kemik erimesini önlüyor. Ama meme kanserine yol açıyor. Alzheimer riskinizi artırıyor. Kalp damar sisteminizi bozuyor. Depresyon, halsizlik, keyifsizlik, eklem ağrılarınızı artırıyor. Vücutta bazı dokularda kilidin yuvasına otururken, diğerlerinde kapıyı kırıyor.
“Bu taklit hormonlardan bir tencere hap alsanız da laboratuar tetkikinde çıkmaz” dedik, evet. Bu demek değildir ki bu taklit hormonlar güçsüz. Aksine, aşırı güçlü. Ama zorlasalar da doğru anahtarın işini göremiyorlar. Laboratuvar ölçüm cihazı da, bu uydurma hormon molekülününgerçek insan hormonundan farklı olduğunu anladığı için bunları hormondan saymayacak ve test sonucunu “Kanınızda estrojen ve progesteron bulunmuyor” olarak verecektir. Peki, laboratuvar cihazının anladığını vücut hücreleriniz anlamıyor mu sanıyorsunuz?
Aşağıda iki hormonun molekül yapısını görülüyor. Bu iki hormon ilk bakışta neredeyse aynı gibi duruyor. Yapıları birbirine çok benziyor. Halbuki bu hormonlardan biri estrojen, yani kadınlık hormonu, diğeri ise testosteron yani erkeklik hormonu! Molekül yapılarında bu denli küçük, adeta belli belirsiz bir fark, hücreye bambaşka birer mesaj vermeleri için yeterli oluyor. Anahtar (yani hormon) ve kilit yuvası (yani hücre reseptörü) bu derece hassas. Doğru mesaj, ancak yuvaya tam oturan anahtar ile veriliyor
Şimdi bir de, her kadında adet döneminin ortasındaki yumurtlama sonrasında yumurtalıktan salgılanan, rahime yerleşecek olan bebeğin yaşama tutunmasını sağlayan o muhteşem, o mucizevi hormon, progesteron hormonunun moleküler yapısına bakalım. Yanında da WHI çalışmasında progesteron taklidi olarak kullanılan ve şimdi hala eczane raflarında bulabileceğiniz medroksiprogesteron asetat (MPA) adındaki Frankenstein moleküle bakalım. Sizce bu iki “anahtar” aynı mı? Estrojen ve testosteron molekülleri arasındaki belli belirsiz farkı bile derhal “görüp” anlayan hücre, bu kötü taklidi yutar mı dersiniz?
İster inanın ister inanmayın, hayatında işte bu, benim Frankenstein diye nitelediğim hormonsu molekülü progesteron niyetine reçetesine yazmamış bir kadın doğum uzmanı yoktur! Çünkü tüm jinekoloji bilim camiası, bu ikisinin “aynı şey” olduğuna her nasılsa inandırılmış durumdadır!
2002 yılında sonuçları duyurulan WHI çalışmasında kullanılanlar da işte bu “hormonsular”dı. Kadın kanında milyonlarca yıldır dolaşan gerçek hormonlardan çok farklı yapıda sentetik kimyasal “ilaçlardı” . Hala ülkemizde ve dünyada kadınlara reçete edilen hormonların çok büyük çoğunluğu da işte bu uydurma hormonlardır. Bunun tek nedeni de bu ürünlere patent alınabilmesidir. Tıp bilimini ilaç şirketlerinin yönlendirdiği bir gerçektir. WHI çalışması ile ilgili sorunlar bununla sınırlı değil. Bilimsel açıdan bakıldığında çalışmanın hazırlık aşamasından yapılışına kabul edilmez metod hataları ve boşluklar vardı fakat burada kafanızı bunlarla şişirmek istemem.
Bu berbat çalışmada hormon replasmanının nasıl bireye özgü (!) uygulandığını merak ediyor musunuz? İşte yanıtı: :Çalışmaya alınan 23.327 kadın arasında 78 yaşında olan da vardı, 38 yaşında olup cerrahi olarak yumurtalıkları alınan da, 51 yaşında “doğal” menopoza giren de. Bu kadınlar biyolojik ve hele hormonal olarak birbirinden çok ama çok farklı canlılar olmalarına rağmen bu fabrikasyon çalışmada hepsine aynı uyduruk hormon taklitleri aynı dozda verildi! Bu kadar ilkel, bu kadar biyolojiden habersiz, sanki ilaç şirketinin bir ağrı kesici ilacını deniyormuş gibi basite indirgeyen berbat bir çalışma.
İyi ama aklımıza takılıyor, sormayalım mı?: Bu çalışmada 50-60-70 yaşındaki kadınlara hormon desteği yaptınız. Tamam. Herhalde bu kadınları Marilyn Monroe yapacak kadar hormon vermediniz. Ne kadar verdiniz? “Beyinleri erimesin, kemikleri erimesin yeterli” olacak dozda verdiniz. Buraya kadar tamam. 8 yıllık planlanan çalışmayı bile tamamlayamadınız, artan meme kanserleri nedeniyle 5 yılda sonlandırdınız. Buna da tamam. Peki ama, sizin verdikleriniz eğer gerçek hormon ise, kadınlar 13 yaşından 53 yaşına kadar tam 40 yıl boyunca bu hormonların çok daha yüksek düzeyleri ile nasıl oluyor da yaşıyorlar?
Nasıl oluyor da üstelik, bu hormonların en yüksek düzeyde olduğu 20-30 yaş arasında en sağlıklı yıllarını geçiriyorlar!? Nasıl oluyor da hamile kalındığında bu meme kanseri yapan (!) kadın hormonları kanda yüzlerce kat arttığı halde kadınlar ne kadar çok hamile kalırsa meme kanserinden o kadar uzak kalıyor?
Nasıl oluyor da kadınların MS (Multiple Skleroz) başta olmak üzere otoimmun hastalıklarının pek çoğu gebelik esnasında rahatlıyor?
Nasıl oluyor da siz hamilelik düzeyinin yüz katı düşük dozu birkaç yıl kullandığınızda bu kadınların sağlığını bozdunuz? YANIT AÇIK: Sizin kullandığınız hormon falan değildi! Hormonsuydu!
Verdiklerinizin gerçek hormon olmaması bir yana, bunları doğal yoldan da vermediniz! Bu hormonların doğal veriliş yolu ciltten krem şeklinde sürmek, vajene fitil olarak uygulamak ya da nadiren enjeksiyon olarak yapmaktır. WHI çalışmasında (ve hala günümüzde!) doğaya aykırı biçimde bu hormonlar ağızdan hap şeklinde alındığı için karaciğerden geçerek kanda pıhtılaşmayı artırıyor. Kalp krizlerine, beyin damarlarında tıkanıklık ve felçlere yol açıyor. Ağızdan kullanmadığınızda nedeni ortadan kaldırdığınız için, doğaya saygı gösterdiğiniz için, aynen kadınlarda 13-53 yaş arasında olduğu gibi bu risk de ortaya çıkmıyor!
İyi ama nasıl oldu da tek bir çalışma, ne kadar büyük olursa olsun, dünyada bu kadar duyulabildi? Çünkü bilim tarihinde ilk ve son defa, bir bilimsel çalışmanın sonuçları Amerikan Ulusal Basın Konseyi toplantıya çağrılarak basın yoluyla dünyaya duyuruldu. “Hormonlar meme kanseri yapıyooor!” edasıyla. Sonra neler olduğunu biliyoruz.
Kadın Doğumcu arkadaşların literatürü takip ettikleri en önemli mesleki dergilerden olan Climacteric dergisinde 2014 yılında yayınlanan ve “Bu tıbbi dogma artık düzeliyor mu?” başlığını taşıyan bir makalenin (1) sonuç bölümünde aynen şöyle yazıyor: ‘’WHI bulgularının yanlış yansıtılması ve abartılı yorumlanması, kadınları ve tıp dünyasını hormon replasmanının risklerinin faydalarından daha fazla olduğu düşüncesine inandırarak menopoz dönemindeki kadınların sağlığına zarar vermiştir’’
WHI çalışmasının başında bu berbat çalışmayı yönetmiş olan, Kuzey Amerika Menopoz Derneği Başkanı JoAnn Manson ile 2017 yılında yapılmış bir röportajda neler söylediğine bakalım: “Yanlış bilgilendirilmiş olmaları nedeniyle, bir kadın jenerasyonu etkin bir tedavi şansını kaçırmış oldu. Şimdi 2002’yi geride bırakıp ‘’neler biliyoruz’’ bir bakma zamanı»
Bu yazı dizisinin 2. bölümünü, Uluslararası Menopoz Derneği’nin (International Menopause Society) 2011 tarihli “Menopoz sonrası hormon tedavisi ve orta yaş sağlığına ilişkin koruyucu stratejiler” başlığını taşıyan resmi durum bildirgesini (2) okuyarak bitirelim:
“WHI çalışmasına ait ilk sonuçların 2002 yılında medyaya sunulma biçiminden kaynaklanan aşırı tutuculuk, aradan geçen 10 yılda kadınların hormon replasman terapisinden uzaklaşmasına ve kalp damar, bunama ve kemik erimesinden korunmak için kritik bir dönemi kaçırarak zarar görmelerine neden oldu”
Bütün bu uzmanlar pek de SAKIN HAA” der gibi görünmüyor, ne dersiniz?
Sorun hormon tedavisinde değil. Verilenlerin gerçek hormon olmamasında. Bunların doğaya aykırı olarak, yani hap şeklinde verilmesinde. Düzeylerinin ölçülmeyip takip edilmemesinde. Her kadına aynı davranılmasında. “Hormon replasmanında olsun” bireye özgü düşünülmemesinde. Biyolojik bilgiden yoksun, vücuttan kopmuş, ağrı kesici verircesine basitlikte hormon tedavisi yapılmasında.
(1) Shapiro S. ve ark “Risks and benefits of hormone therapy: Has medical dogma now been overturned?” Climacteric, volume 17, 2014, issue 3
(2) Sturdee D.W., Updated IMS recommendations on postmenopausal hormone therapy and preventive strategies for midlife health, Climacteric 2011;14:302-320
https://www.fonksiyoneltip.com/hormonlarinizi-dengeleyin/hormon-replasman-tedavisine-iliskin-bildiklerinizi-unutun-3-bolum-son/