Hormon Replasman Tedavisi Bölüm-1
Tıp tarihinde, menopoz sonrası (post-menopozal) kadınlarda hormon replasman (yerine koyma) terapisi (HRT) kadar tartışmalara yol açan konu çok azdır. Aynı zamanda da, tıbbın bugün gelip dayandığı basite indirgeyici yaklaşımın nasıl olup da “kanıta dayalı bilimsel tıp” adı altında böyle yaygınlaşabildiğini, tıp dünyasının fizyolojiden ve “Tabiat Ana” dan uzaklaşarak nasıl toplu bir akıl tutulması yaşayabileceğini ve bunun altında yatan ekonomik mekanizmaların orta yerde duran anormali nasıl olup da normal olarak bizim kafamıza yerleştirebildikleri hakkında konuşmak için de daha iyi bir örnek bulmak zor.
1980’lerin başında, henüz inflamasyonun moleküler biyolojisi hakkında bilgilerimiz oturmamıştı. “Kolesterol damar hastalıklarının esas sorumlusudur” denip çıkıldı ve bu basit bakış, ilaç firmaları tarafından kahramanca desteklendi. Fakat bu yanılgı (ya da yanıltma diyelim), hormon replasmanı için ilaç firmalarının ürettiği hormonsuları kullanmak ve bunların vücuda veriliş yollarındakör parmağım gözüne, bile bile tabiat-dışı yollara sapmaya göre çok daha hafif bir “suç” sayılmalı. Kadınlara verilen (ve verilmeyen!) hormonların film gibi hikayesi, zaten baştan “olmayacak iş” durumundaki yanlış bir pozisyonu sonuna kadar (ve bugün hala!) zorlayarak milyonlarca kadının acı çekmesine neden olan bir trajedidir.
Birkaç bölümden oluşacak bu yazı dizisinde her noktayı açıklayacağız ancak özetle olan biten şudur:
- Kadınlara gerçek hormonlar değil, onların taklidi fabrikasyon hormonsular verildi
- Bu “hormonsular” hem de tabiat-dışı, doğada olan bitene aykırı yollarla verildi
- Gözlenen sürpriz (?) kötü sonuçlar, doğru dürüst değerlendirilmeden, yalapşap ve abartılı yorumlarla medyaya olağanüstü sansasyonel bir biçimde servis edildi
Ortaya çıkan orantısız panik, hastaları ve doktorları hormon replasmanından uzağa itti. O gün bu gündür yetişen koca bir nesil doktor, hatta kadın hastalıkları uzmanı ve endokrinolog, hormon replasmanı ve doğal hormonlar hakkında neredeyse hiç bir şey öğrenme fırsatı bulamadı. Olan kadınlara oldu
Böylece yanlış hormonlar, yani taklit hormonsularla kör parmağım gözüne yanlış yapılan bu uygulama, sadece buna maruz kalan kadınları etkilemekle kalmadı: Bu korku, o günden sonra milyonlarca kadının fizyolojiye, tabiata uygun bir hormon tedavisi şansını kaçırmasına ve kemik erimesi, adale kaybı, damar sertliği, hafıza sorunları ve bunama, vajinal atrofi, idrar kaçırma, kilo alma, uyku sorunları, depresyon, ağır seyreden diyabet ve daha bir dizi sorunla yaşamaya razı olmalarına, yüz binlerce kadının kalp krizi, felç, bunama gibi nedenlerle hayatlarını boş yere daha erken kaybetmelerine de neden oldu ve olmaya devam ediyor (Philip M. Sarrel, The Mortality Toll of Estrogen Avoidance: An Analysis of Excess Deaths Among Hysterectomized Women Aged 50 to 59 Years, Am J Public Health, 2013)
Kadınlara verilen (ve verilmeyen!) hormonların hikayesi, premenstruel sendrom (PMS), endometriosis, post-menopozal HRT, memenin kistik hastalığı ve meme kanseri, menopoz çevresindeki yıllarda sayısız kadında migrenler, uyku bozuklukları, libido kaybı, kilo verememe gibi yakınmalar, polikistik over sendromu (PKOS), endometriosis gibi sorunlar yolu ile toplumda gerçekten çok fazla sayıda kadının canını sıkan bu rahatsızlıkların tamamına dair bir hikaye. Menopoz sonrası dönemde beyin ve kalp-damar sistemlerinin gerekenden çok daha erken ve çok daha hızlı çökmesine, diyabet, koroner arter hastalığı, kolon ve meme kanserlerine adım adım ilerlemesine, cilt yaşlanmasına, kemik erimesine, ürogenital organlarda zayıflama, idrar kaçırma ve cinsel işlev fonksiyon bozukluklarını kader kabul etmesine ilişkin bir hikaye. Hatta yıllarca süren ve yaşam kalitesini bozan o sıcak basması ve gece terlemelerinden bahsetmiyoruz bile, çünkü burada sözünü ettiğimiz şey esas olarak semptomatik iyileşme değil, başta beyin olmak üzere organlarımızın gereksiz yere baş aşağı gitmesi.
Şimdi bu film gibi hikayenin değişik tarihlerinden birkaç fotoğraf çekelim. Daha sonra neler olup bittiğini birlikte yorumlayacağız.
Antibiyotiklerin keşfini takip eden, “kimyasallar yoluyla daha iyi bir yaşam” fikrinin yükseldiği 1950’li yıllarda, kadınların menopoz sonrası sağlıklarında gözle görülür düşmeyi engellemek amacı ile hormonlar üretilip kullanma fikri ortaya atıldı. Bundan sonrası, birçok kadın için doğru olan bir hedefe (yani hormon replasmanına) yanlış araçlarla ve yanlış bir yoldan çıkılmasının hikayesidir.
Her şey, Robert Wilson adındaki bir İngiliz doktorun yazdığı best-seller kitapla “patladı”: Feminine Forever (sonsuza dek kadınsı) adındaki bu romanın etkisi büyük oldu. Dr. Wilson, tüm Amerika’yı dolaşarak doktorlara ve topluma, menopoz sonrası eksilen estrojeni yerine koymak gerektiğini anlattı. Dr. Wilson’ın Wyeth ilaç firmasının desteğiyle bahsettiği “estrojenler”, insan vücudunda doğal olarak bulunan estrojenlerden molekül yapısı olarak çok farklıydı.
Bunu gören aklı selim sahibi doktorlar, deneylerde kullanılacak olan bu sentetik maddelerin kötü birer taklit hormonsularolduğunu, insan vücudunda estrojenin daima progesteron ile bir dengede olduğunu, yalnızca estrojen vermenin tabiata aykırı olduğunu haykırdılar ancak seslerini duyurmaları mümkün olmadı. 1975’e gelindiğinde, progesteron eşlik etmeden sadece estrojen verilen kadınlarda uterus (rahim) kanserleri ortaya çıktı. Fizyoloji ve fonksiyona sırtını dönmemiş doktorlar için hiç de sürpriz olmayan bu gelişme üzerine tıp dünyası, kısa ve bir süre için ve zorunlu olarak da olsa, Tabiat Ana’yı, yani kadın vücudundaki estrojen-progesteron dengesini hatırladı: “Belki de bu kanser, progesteron olmadan yalnızca estrojen verdiğimiz için” olmuştu. Progesteron eklediğimizde bunu önleyebilirdik. Böyle de yaptılar. Ancak gerçek progesteron yerine progesteron taklidi Frankenstein bir hormonsu, yani MPA (medroksiprogesteron asetat) kullanıldı. Ne de olsa MPA’nın patenti alınabiliyordu! Konu uterus (rahim) kanserlerini önlemekse, hakkını yemeyelim, bu Frankenstein hormonsu bakın bunda başarılı oldu. Memede, beyinde ve kalpte ise gerçek yüzünü gösterecekti!
Aklıselim sahibi doktorlar hormon replasmanına değil, ama uygulamasındaki tabiat dışı yaklaşıma karşı çıktılar. Sonunda hormon ilaçlarının üreticisi Wyeth firmasının desteğinde de olsa, esas olarak Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün (NIH) organize ettiği büyük bir çalışma planlandı: WHI (Women’s Health Initiative) çalışması.
WHI çalışması
Post-menopozal hormon tedavilerinde tüm dünyanın alt üst olmasına yol açan ve 2002 yılına kadar neredeyse her kadına önerilmekte olan hormon tedavilerinin, o günden sonra hiçbir kadına uygulanmaması diye bir sonuç doğuran, tıp tarihinin en meşhur çalışmalarından biri. Bu çalışma bana göre aynı zamanda A’dan Z’ye her şeyi ile, tıp tarihindeki en büyük birkaç suçtan biridir. Bugün kadınlara ihtiyaçları olan hormonların verilmiyor olmasının nedeni de “keşke bu kötü bir şaka olsaydı” diye nitelediğim bu berbat çalışma ve onun medyada yarattığı orantısız sansasyondan başka hiçbir şey değil.
Bugün dünyada ve ülkemizde kadınlara ne menopoz-çevresi (peri-menopozal) dönemde ne de menopoz sonrası (post-menopozal) dönemde hormon replasmanı yapılmıyorsa ve bu yüzden yüz binlerce kadın gereksiz yere kalp ve damar hastalıkları, diyabet, felç, bunama, kalın barsak kanseri ve hatta progesteron eksikleri zamanında yerine konmadığı için meme kanseri ile hayatlarını daha erken kaybediyorlarsa, bunun nedeni işte bu değersiz, berbat çalışma ve bunun medyadaki sansasyonel yankılarıdır.
Bir sonraki bölümde, hala tıp dünyasının bilgilere yüzeyel yaklaşan o büyük çoğunluğunu esir almış olan bu berbat çalışmadan söz edeceğiz
Dr. Mustafa ATASOY / İSTANBUL