“KADINDA HORMON REPLASMANI” Yazı dizisinin devamıdır.
İlk bölümü okumadıysanız önce lütfen burayı tıklayarak okuyunuz
İkinci bölüm için lütfen burayı tıklayınız
“Cinsiyet hormonları” adı altında dar bir kavrama sıkıştırılan bu hormonların kadın ve erkek vücudunda beyinden kemiğe, kemikten psikolojiye, kanserden kanseri önlemeye hayati bir fonksiyon üstlenmedikleri, burunlarını sokmadığı nerede ise hiçbir konu ve hiçbir hücre yoktur. Buna karşın hakim tıp uygulamalarında bu derece geçiştirilen, bu derece yüzeyel bir bilgi ile adeta vurdumduymazca yaklaşılan bir başka konu da pek yoktur.
İşte bu nedenle, yazıya başlamadan önce bir şey itiraf edeyim: Menopoz sonrası hormon replasmanı hakkında insanları bilgilendirmeyi amaçlayan bu yazı dizisine başlar başlamaz şunu fark ettim: Bu konuyu buraya, bir web sayfası yazı dizisinin sınırları içine sıkıştırmam doğru olmayacak. Bu konuda halka yönelik, toplumda en azından okumuş yazmış kesimin anlayabileceği dilden bir kitap çok önemli bir eksik. Bu yazı dizisini bitmek bilmeyen bir pehlivan tefrikasına çevirmek ve çaresiz, buna rağmen işin hakkını verememek yerine halka yönelik bir kitap yazmanın daha doğru olduğuna karar verdim.
Şu anda 3. baskısını yaptığımız “Fonksiyonel Tıp” kitabı doktorlara yönelik idi. 2019 yılı başında bu kez genel topluma yönelik bir “Fonksiyonel Tıp” kitabının ülke çapında kitapçı raflarında olacağını ümit ediyorum. Bu kitaba ek olarak gene 2019 yılı başlarında halka yönelik bir “Kadında Hormon Düzensizlikleri ve Hormon Replasmanı” kitabı yayınlamayı planlıyorum. Bunlara ek olarak, Fonksiyonel Tıp Akademisi doktor eğitim kursları da hız kesmeden devam etmek zorunda.
“Kadında Hormon Replasmanı” konusunun hakkını ancak bu konuya ayrılmış bir kitap ile verebileceğimi gördüğüm için, yazı dizisinin bundan sonraki bölümünü deyim yerinde ise “iptal ederek” kitap üzerine yoğunlaşmaya vermek durumundayım. Bu nedenle bu yazıda ancak ana hatları ile ve özet bir genel çerçeve çizmekle yetineceğiz.
Nerede kalmıştık?
Hormon yerine koyma tedavisinin adını kötüye çıkaran hormonsular ve bu doğa-dışı kimyasallarla yapılan WHI çalışmasından daha önce söz etmiştik. Peki, bu hormonların insan vücudunda doğal olarak bulunanlarına eşdeğer yani (Biyoeşdeğer / Bioidentical) örnekleriyle yapılan laboratuar ve klinik çalışmalar bunların daha yararlı ve daha güvenli olduğunu göstermiş mi? Görmek isteyen gözler için fazlası ile!
Doğal estrojenlerin sentetiklerde olduğu gibi ağızdan hap yerine ciltten krem olarak uygulanmalarının kalp-damar ve pıhtılaşma riskleri açısından çok daha güvenli olduğu net olarak açığa konmuş (1) (2) (3)
Progesteron taklidi progestinler, yani benim kullandığım tanımlama ile Frankenstein hormonsuların koroner kalp hastalıklarına zemin hazırladığı gerek hayvan gerek insan çalışmalarında izlenmiş (4)
Meme kanseri içinse, Frankenstein progestinler ile gerçek progesteron arasındaki fark gündüz ile gece gibi (5) Progestinlerin yani progesteron taklidi hormonsuların bu sabıkalarından bahsettiğinizde size “yeni jenerasyon” progestinler için bu risklerin geçerli olmadığını söyleyen olursa lütfen inanmayın (6)
Bu çalışmaların tümünden burada söz etmek olanaksız. Bizim bileceğimiz şey şu: Konu meme kanseri ise, hormon kullanımındaki sabıkanın sahibi işte bu progesteron taklitleridir. Bunların atası medroksiprogesteron asetat denen Frankenstein olup, bunun boy boy saymakla bitmez torunları eczane raflarında sizi bekliyor: Noretisteron, megestrol, siproteron, norgestrel, levonorgestrel vd, say sayabildiğin kadar!
Her yeni “torun” ilaç firmaları için yeni bir patent ve milyar dolarlar anlamına geliyor. Halbuki doğal progesteron molekülü patenti alınamayacak bir bileşik. Bu demektir ki, bu molekülü kullanarak yapacağınız ve milyon dolar harcadığınız bir bilimsel çalışma sonucunda progesteronu yararlı bulsanız bile patentini alamayacaksınız. Yani bu işin pastasını herkesle paylaşmaya razı olacaksınız! Biz iyisi mi patentini alabileceğimiz yeni “torunlar” icat ve imal edelim ki yatırımımızın meyvesini alalım. Milyonlarca yıllık progesteronun yararını ispatlayacak bilimsel çalışmalar eksik mi kalacakmış? Onu da yapan birileri çıkar canım. Çıkmazsa da doğrusu karalar bağlayacak değiliz, işler yürüyor Allaha şükür!
Kadınlara verilen (ve verilmeyen!) hormonlardan konuşurken biz gerçekte neyden bahsediyoruz? Genç ve güzel ve seksi kalmaktan mı? Bundan mı ibaret? Yoksa biz aslında aşağıdakilerden mi bahsediyoruz?
- Beyin gücünde, düşünce keskinliğinde ve hafızada kayıp
- Osteoporoz (kemik erimesi)
- Meme ve rahim kanseri
- Kalın barsak kanseri
- Depresyon, anksiyete
- Kalp-damar hastalıkları
- Adet düzensizlikleri ve sorunları
- Migren
- Kilo alma
- Uyku sorunları
- Adale kaybı
- Düşük libido
- Saç dökülmesi ya da olmaması gereken yerlerde çıkması
- Polikistik over
- Endometriosis
Meme kanseri hastalarımızda üzüntüyle ama ne yazık ki çok sık olarak gördüğümüz bir tablo var: Diyelim ki Emine Hanım, 49 yaşında meme kanseri tanısı almış. Vücudu ve ruhunda izler bırakan ağır tedaviler geçirmiş. Doktorlarının kendisine önerdiği gibi, bundan önceki yıllarda düzenli mamografilerini yaptırmış. Böylece “erken tanı” konmuş, ameliyat kemoterapi radyoterapi yapılmış ve “hayatı kurtarılmış”. İyi ama kadını dinlediğinizde, derinlemesine sorguladığınızda, Fonksiyonel Tıp bilgisi ile hormon analizleri yaptığınızda (Dutchtest gibi) yıllardır zaten göz göre göre, adeta “bağıra bağıra” meme kanserini beslemekte olduğunu görebiliyorsunuz.
Kadın yıllardır doğum kontrol hapları kullanmış. Bu ne demektir bir düşünelim:
İnsan DNA’sının milyonlarca yılda %1 bile değişmediği bilindiğine göre, biz aslında bundan diyelim 50 bin yıl önce yaşayan insanlardan hiç de farklı değiliz. İnsanın ve atalarının tarihinde yok denecek kadar kısa bir zaman öncesinde, yani örneğimizde 50 bin yıl önce ne bugünkü doğum kontrol yöntemleri ne bugünkü toplum sistemi mevcut değildi. İnsanlar avcı-toplayıcı göçebe bir hayat sürüyorlardı. “Kariyer planlaması” diye bir kavram yoktu. Yaz ve kış vardı. Kurak ve yağışlı dönemler vardı. Gece ve gündüz yani karanlık ve aydınlık vardı. Tüm hayvanlar gibi insanların da yiyeceğin en bol, mevsimin en sıcak, aydınlığın en bol olduğu dönemde hormonları zirve yaptı. Bu dönemde “çiftleştiler” ve ürediler. Kadın vücudu ve bu vücuda hakim hormonal sistem bu döngüsel şartlar altında evrimleşti ve gelişti. Bugün bu döngülerin hiçbiri yok. Yiyecek, ışık, sıcak her dönem elimizin altında.
Kadın vücudu milyonlarca yıldır yaşamının büyük bölümünü ya hamile ya da emziriyor olarak geçirerek evrimleşti. “Doğada” kadın yiyeceğin bol, hormonların yüksek olduğu neredeyse her bahar mevsiminde hamile kalır (dı). Bundan sonraki 1,5-2 yılı ise emzirerek geçerdi. Kadın eğer bir önceki doğum içinde aşırı kanama ve diğer sorunlardan, ya da bir hayvan ısırığından kaptığı mikroptan ya da soğuktan kıtlıktan açlıktan ya da savaştan korunacak kadar şanslıysa ancak 40 yaş civarına kadar sürecek olan yaşamının doğurgan dönemi olan 15-28 yaşları arasında 4-5 kez hamile kalır ve bu çocukları büyütecek zamanı ancak olurdu. Bu yaşı geçecek olursa da torunlarını kucağına alma mutluluğunu yaşardı. Bugünkü toplum yapısındaki gibi “çocuk sahibi olmak için kendini hazır hissedecek” finansal ve psikolojik yeterlilik için hamileliği 38 yaşına kadar ertelemeyip milyonlarca yıldır aslında büyükanne rolünde olduğu yaşta infertilite tedavilerine girişmezdi.
Bugünkü toplum yapısının kadın hormon dengesinde ortaya çıkardığı en büyük ve belirgin eksiklik, yaşanmayan hamilelikler süresince kemiklerin, beynin, kalp damar sisteminin, immun sistemin ve memenin! mahrum kaldığı progesteron hormonudur.
Hamile kaldığınızda kanınızdaki progesteron onlarca kat artar. Kanda estrojen de artmıştır ama milyon yıldır onu dengeleyen progesteron (Frankenstein değil, gerçeği!) varlığında estrojen-progesteron işbirliği vücut lehine çalışacaktır. Estrojen-progesteron kadının adet döneminde üstlendikleri roller döngüseldir. Doğada progesteronun evrimsel yeri, doğurgan dönemde üstlendiği rol sağlık için hayati önem taşır. Zaten bu nedenle ne kadar çok hamile kalırsanız o kadar az meme kanseri olursunuz, bu nedenle multiple skleroz hastaları hamile kalınca iyileşme dönemine girer, bu nedenle hamileliğin bittiği günlerde aniden progesteron düşünce Hashimoto’ya açık hale gelirsiniz.
On yıllarca doğum kontrol hapları kullanmışsanız ovulasyon (yumurtlama) yaşamamışsınız demektir. Yumurtlama olmasa bile, hatta yumurtalıklar olmasa bile vücudunuz estrojenden mahrum kalmaz. Böbrek üstü bezlerinden salgılanan hormonlar yağ dokusunda estrojene çevrilir. Ancak progesteron hormonu yalnızca ve yalnızca yumurtlama sonrası yumurtanın “kabuğundan” (korpus luteum) salgılandığına göre, doğum kontrol hapı kullanan Emine Hanım’ın vücudu on yıllardır doğru dürüst progesteron görmemiş demektir. Bir de üstüne üstlük progesteron taklidi Frankenstein progestinler kullanarak arada denk getirip salgıladığı progesteronun önünü de reseptörüne bağlanamadan sahtesi ile tıkarsanız, meydan progesteron işbirliği ve kontrolünden kurtulmuş estrojene kalır.
Estrojen düşmanınız değildir. Zaten bir bacağınızı kaybederseniz diğer bacağınız da size düşman değildir. Ancak sadece onunla yürümeye kalkarsanız size düşman gibi davranır.
Emine Hanım’ın mamografilerinde meme yoğunluğu artmıştı. Fibrokistleri vardı. Son 10 yıldır estrojen dominansı’nın (baskınlığı) bütün klasik bulgularından doktorlara -naçar- yakınmaktaydı : Kilo verememe, migrenler, uyku sorunları, düzensizleşen ve ağırlaşan kanamaları, fibrokistik meme, myomlar, Hashimoto, ergenlik yaşlarından bu yana onu rahat bırakmış olan ama şimdi daha büyük bir kabus gibi ortaya çıkan premenstruel sendrom yani adet öncesi göğüste gerginlik, sinirlilik, uyku bozuklukları, ödem gibi yakınmalar. Bütün bunlar vücutta estrojen-progesteron döngüsel dengesinin bozulduğunu yani meme kanseri açısından erken uyarı çanlarının çalmakta olduğunu gösteriyordu.
Kimse Emine Hanım’ın iyot düzeyini ölçmemiş. Kimse ona -gündüz/gece döngüsünün kaybolduğu çağımızda- melatonin vermeyi düşünmemiş. Kimse onun memesinde Emine Hanım’a has estrojen metabolizmasını inceleyip de bu “toprak” kanser geliştirecek yönde mi çalışıyor diye bakmamış. Eğer öyle ise bu hormon metabolizmasının yönünü tamamen doğal bazı desteklerle değiştirebileceğinin farkında olmamış. Kimse onun Stres Sistemi yani Hipotalamo-Hipofiz-Adrenal sistemine ait hormon dengesini (HPA aksı) inceleyip modifiye etmenin meme kanserine direnç ile direkt ilişkisini düşünmemiş. Kimse onun dışkılama alışkanlıklarını, barsak/mikrobiyota yani bağışıklık sistemini sorgulamamış. Kimse onun vitamin D düzeyini bile ölçmemiş! Zaten bunları yapmaya kalksa sosyal güvenlik sistemleri de bunlara “metelik vermiyormuş”. Bunları cebinden karşılaması gerekiyormuş. Zaten sosyal güvenlik sistemleri o kanser denen “sürprize” mümkün olan en erkenden tanı koyup mümkün olan en fazla hastayı tedaviye almaya göre kurgulanmış. Sağlığa ayrılan kaynaklar bu noktadan sonrasına rezerve edilmiş. Kim tarafından dersiniz?
Yaşınız ilerledikçe hormonlarınız düşer. Ben buna hormon dengenizin bozulması diyorum! Öyle ya, eğer 57 yaşındaki hormon dengenizi vücudunuzun sağlık ve esenliğini koruyacak olan hormon dengesi olarak tarif edecek olursak, 27 yaşındaki hormon dengenize ne isim vereceğiz? “Ama o durum 57 yaş için doğal” diyecek olursanız, neden yaşınız ilerleyince düzeyi düştüğü için koenzimQ alıyorsunuz? O yaş için koenzim Q’nun düşmesi de “doğal”. Hatta hastalıklar ve ölüm de “doğal”, öyle değil mi?
Hormonlarınızın düşmesi (yani eski sağlıklı hormon dengenizin bozulması) yaşlanmanın yalnızca bir sonucu değildir! En az onun kadar, hatta ondan daha fazla, yaşlanmanın bir nedenidir de!
Tabiat, yaşı ilerleyen ve “türün devamına artık bir katkısı beklenmeyen” bireyleri gereksiz kaynak tüketen birer fazlalık gibi görmeye başlar. Bir yolunu bulup onları “bir kenara almanın” çaresini arar. Bunun için kafanıza kurşun sıkacak hali de yoktur. Daha yavaş, fakat onun kadar etkili yöntemler kullanır: Hormonlarınızı düşürür. Hiç merak etmeyin, bunların hepsi “doğal”dır!
Ne yazık ki, ilk iki bölümde bahsettiğim nedenlerle, yani büyük ama berbat düzenlenmiş değersiz bir çalışma olan WHI’ın medyatik etkisi nedeniyle son 15-20 yılda yetişen doktor nesilleri “seks hormonları” ve hormon replasmanı konusundan uzak kalan bir yaşam sürdüler. Bir jenerasyon kadın ile birlikte bir jenerasyon doktor da, hormon eğitim ve öğrenimi açısından kaybedildi. Kadınlara biyoeşdeğer hormon replasmanı konusunda bilinçli destek verebilecek hekim bulmak da işte bu nedenle tüm dünyada büyük bir sorun. Önümüzdeki yıl Fonksiyonel Tıp Akademisi mezunlarını vermeye başladığında bu çok önemli eksik ülkemizde kapanmaya başlayacak. Bundan hiç şüpheniz olmasın.
Menopoz sonrası hormon replasmanına başlamadan önce bazı incelemeleri yaptırmış olmanız gerekiyor. Bunlar arasında
- Jinekolojik muayene (hormon tedavisine başlamadan önce var olabilecek polip, myom, rahim ağzı ya da rahim kanseri ve endometrium (rahim içi zarı) kalınlığı gibi bulguların ortaya konması açısından)
- Mammogram (hormon tedavisi öncesindeki durumu saptamak için)
- Rahim ağzından smear
- Kemik yoğunluğu tetkiki
Hormon replasmanına başlamadan önce doktorunuz bunun sizin için artılarını eksilerini değerlendirmeli ve bunları size açıklamalıdır. Kemik erimesi, kalp hastalıkları, diyabet, Alzheimer, meme kanseri, kolon kanseri, depresyon gibi hastalıkların varlığı ya da bireye özgü riskleri göz önüne alınarak artılar eksiler ortaya konmalıdır. Amacın yalnızca sıcak basmaları ve gece terlemeleri gibi yakınmaları önlemek mi, yoksa yaşa bağlı bunama, kemik erimesi ve kalp hastalıkları gibi sorunları engellemek ve geciktirmek mi olduğu konusunda hasta ve doktor fikir birliğine varmalıdır. Her durumda doğru olan, hastanın kendi vücudu ve yaşam tercihine saygı duymak ve buna öncelik vermektir.
Yalnızca sıcak basması gibi menopoz yakınmalarını engellemek amacı ile hormon kullanıyor olsak bile, muhakkak, her zaman, ne olursa olsun, yalnızca doğal insan vücudundakine eşdeğer, yani biyoeşdeğer hormonlar kullanılmalı. Bunların taklitleri meme kanseri başta olmak üzere birçok ciddi hastalığa davetiye çıkarmak anlamına gelecektir.
Biyoeşdeğer hormonları muhakkak ciltten ya da vajinal yolla almak gerekir. Bu hormon preparatları krem, jel ya da vajinal ovül (fitil) şeklinde olabilir. Amerika, Fransa, Almanya başta olmak üzere yüz binlerce kadın on yıllardır bu tür ürünleri kullanıyor. Bu tür hormonları ağız yoluyla almak daha önce belirttiğimiz gibi pıhtılaşmayı artırarak kalp krizi, akciğerde damar tıkanıklıkları, felçler gibi sorunlara yol açar ve bunun nedeni aslında hormon değil, onu yanlış bir yolla almaktır.
Bununla birlikte, biyoeşdeğer hormonları cilt yolu ile yani en doğru biçimde kullanıyoruz diye bu işi rastgele yapamayız. Bunun öncesinde yalnız yukarıda belirttiğimiz tetkikler değil, hormonal tablo ortaya konmalı. Bunun ötesinde hormon kullanımı esnasında da, kadının bireysel olarak vücudunun verilen hormonları ciltten ne oranda emebildiği ve ne yönde metabolize ettiği de tetkiklerle ortaya konursa arkamıza rahatça yaslanarak replasmana devam edebiliriz.
Biz bunun için hormonların kan düzeyleri yanında, kan tetkiklerinin bize veremediği kişiye özgü pek çok parametreyi ve ayrıntıyı bize sağlayan bazı ileri hormon metabolizması tetkiklerini yaptırmayı doğru buluyoruz. Bu amaçla da bir kurutma kağıdında kurutulmuş idrar örneklerini Amerika’dan dünyada bu konuda öncülük yapan bir laboratuvara gönderiyoruz (Dutchtest Complete)
“Ben yıllardır doktorluk yapıyorum, tecrübemle bunları ayarlıyorum, bu tür testlere ihtiyaç duymuyorum” diyen bir doktorunuz varsa, bu testleri değerlendirmeyi bilmediği için böyle söylediğine şüpheniz olmasın!
Sizleri hormon yerine koyma tedavilerinin yöntemleri, bu iş öncesinde ve sonrasında yapılabilecek testler, değişik yaklaşımların artıları eksileri yönlerinden yeterli oranda bilgilendirecek zaman ve ortamı bir yazı dizisinde bulamayacağımı, bunu ancak bir kitap yolu ile yapabileceğimi ve yapmam gerektiğini -bu yazı dizisiniyazmaya oturunca- anladığım için “yarım bıraktığım” bu yaşamsal konuyu 2019 yılı başında çok daha doyurucu biçimde tamamlayabilmek için hepinizin iznini istiyorum. Bu kadarıyla bile bu yazı dizisinin, içinizden pek çok kadını en azından bugüne dek kendisine söylenenleri sorgulamaya ve araştırmaya teşvik edeceğini ümit ediyorum
Dr. Mustafa ATASOY
(1) Differential effects of oral and transdermal estrogen/progesterone regimens on sensitivity to activated protein C among postmenopausal women: a randomized trial, E Oger, M Alhenc-Gelas, K Lacut, 2003 – Am Heart Assoc
(2) Hormone therapy and venous thromboembolism among postmenopausal women: impact of the route of estrogen administration and progestogens: the ESTHER study, M Canonico, E Oger, G Plu-Bureau, J Conard… – Circulation, 2007 – Am Heart Assoc
(3) (Kuhl H, Pharmacology of estrogens and progestogens: influence of different routes of administration, Climacteric 2005)
(4) Natural progesterone, but not medroxyprogesterone acetate, enhances the beneficial effect of estrogen on exercise-induced myocardial ischemia in postmenopausal women GMC Rosano, CM Webb, S Chierchia, 2000 – onlinejacc.org
(5) Unequal risks for breast cancer associated with different hormone replacement therapies: results from the E3N cohort study, A Fournier, F Berrino, F Clavel-Chapelon – Breast cancer research 2008 –
(6) Breast cancer risk in postmenopausal women using estradiol–progestogen therapy H Lyytinen, E Pukkala, O Ylikorkala – Obstetrics & Gynecology, 2009